Osmanlı’nın izinde Macaristan ‘Tuna Nehri akmam diyor...’
Macaristan’la ta Orta Asya’ya uzanan ve aynı köklerden başlayan ortak bir tarihimiz var. Yüzyıllar boyunca da hep kesişmiş yollarımız. Bu hafta 200 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalan ülkedeki bu izlerin peşine düşelim istiyorum hep birlikte. Gezerken her adımda bir olduğumuzu hatırladığım bu toprakları tanıdıkça eminim siz de bana katılacaksınız.
Macaristan’ın hem siyasi hem de turistik merkezi olan başkent Budapeşte’nin ilk sakinleri Romalılarmış. 451’de Attila’nın önderliğinde Hunlar gelmiş. Attila’nın ele geçirdiği Roma kolonisi 9’uncu yüzyılda Macarların başkenti olmuş. Hem Macarların hem de Türklerin ataları, Orta Asya’dan 10 kavim olarak yola çıkmışlar. Sonra bunların 7’si Karpatlar’ı geçip Macaristan’ın şimdiki topraklarına gelmiş, 3’ü de Anadolu’ya gitmiş. Macarların Karpat Dağları’nı geçmeden önce Türklerin yakınında yaşadığı ve On Ogur Kavimlerarası Birliği’nin parçası olduğu düşünülüyor.
16’ncı yüzyılda, Osmanlı’nın Balkanlar’daki gücü giderek artarken yollar bir kere daha kesişmiş. Kanuni Sultan Süleyman’ın Belgrad’ı almasının hemen ardından yapılan Mohaç Savaşı’nda Macar kralı yaşamını yitirmiş ve Osmanlı başkent Budin’e girerek bağımsız Macaristan Krallığı’nı sona erdirmiş. Anadolu’yu yurt edinmişiz ama Balkanlar’a da kök salmışız bu tarihten itibaren.
Avrupa’da bir Osmanlı
Macaristan’a Batı dillerinde verilen Hungary ve Ungarn gibi isimler, Orta Asya’daki köklerine atıfta bulunduğu gibi, Türkçe ‘On Ogur’ yani ‘On Kişi’den geldiği de söyleniyor. 800 ortak kelimemiz varmış, bunların 200’ü günümüze gelmiş.
Ülkenin güney sınırındaki Pec yaklaşık 2 bin yıllık bir tarihe sahip. Hıristiyanlığın ilk dönemlerine ait nekropolü 2000 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmış. 2010’da İstanbul ile birlikte ‘Avrupa Kültür Başkenti’ seçilmiş. Porselenleriyle ünlü kentin bir başka özelliği de yine porselenleriyle ünlü Kütahya’nın kardeş şehri olması. Krallardan biri Macaristan’ın ilk üniversitesini burada kurarak şehri bilim ve ilim merkezi haline getirmiş.
Topraklarında pek çok kültür olunca bir o kadar da ismi olmuş bu zarif şehrin. Ortaçağda ‘Beş Katedral’ diye adlandırılmış. Sonra da katedrallerin Vatikan temsilcisi barındırmak zorunluluğu nedeniyle ‘Beş Kilise’ demişler.
Osmanlılara geçtiğinde bu kez de Peç olmuş şehrin adı. 1543’teki fetihten sonra bazı kiliseler camiye dönüştürülmüş. Yeni camiler, hamamlar, okullar, türbeler ve anıtlar yapmışlar. Yaklaşık 150 yıllık Osmanlı egemenliğinde pek çok eser kazanmış.
Yakovalı Hasan Paşa Camisi, Pec’deki camiler arasında orijinal minaresi kalan tek yapı. Osmanlı’nın bölgeyi terk etmesinden sonra hastane olarak kullanılmış. 2016’da caminin önüne yerleştirilen heykel Pec doğumlu Osmanlı tarihçisi İbrahim Peçevi’ye ait. Camilerden başka, İdris Baba Türbesi ve Memi Paşa Hamamı da şehirde günümüze ulaşan eserler arasında.
Zigetvar, Kanuni Sultan Süleyman’ın ölmeden önce son seferini yaptığı yer olarak yazdırmış adını tarihe. Kaleye yapılan son hücumdan bir gün önce Kanuni Sultan Süleyman vefat etmiş. Bu durumun yaratacağı kargaşa düşünülerek ölüm haberi gizlenmiş. Çünkü kuşatma bitmemiş ve daha da önemlisi, tahta yeni padişah geçene kadar karışıklık olması istenmemiş. Ertesi gün kale alınmış ve Sokollu Mehmed Paşa, II. Selim’e bir mektup yazmış. O sırada Kütahya’da olan II. Selim, İstanbul ve Belgrad üzerinden bu topraklara ulaşmış.
Temsili Kanuni türbesi
O zamana dek Zigetvar, Sokollu Mehmet Paşa’nın kontrolü altında kalmış. Kanuni’nin ölümünü bu kadar uzun süre saklamak için de iç organlarını çıkarıp otağın altına gömmüşler. Naaşı tahnitlenip her şey bittikten sonra Süleymaniye Camisi’ndeki türbesine getirilmiş. 1566’dan 1689’a kadar Zigetvar, Osmanlı hâkimiyetinde kalmış.
Zigetvar’ın biraz dışındaki Macar-Türk Dostluk Parkı’na da muhakkak uğrayın. 2016’da savaşın 450’nci yılında açılan parkta Kanuni Sultan Süleyman’ın ve Macaristan ordusunun komutanı Miklós Zrínyi’nin heykelleri var.
Kanuni’nin heykelinin yanında tuğrası da bulunuyor. İki ülkenin ortak tarihini ve dostluğunu anlatan yazılar çok detaylı. Parkın girişinde bir çeşme, en arkada da temsili bir Kanuni türbesi var.
Budapeşte’nin 60 kilometre uzağındaki Estergon’un konumu çok ilginç. Macar hükümdarı Géza 970’lerde kurmuş şehri. Zamanla gelişip büyümüş ve öyle bir noktaya gelmiş ki 11’inci yüzyılda başkent olmuş. Ama 1241’de ağır bir Moğol istilasına uğramış. Gerçi Moğollar kaleye girememişler ama kale dışındaki yerleşim yerlerini yerle bir etmişler, sonra da çekip gitmişler. Bu olanların ardından ülkenin başkenti Buda’ya taşınmış. Ama Estergon da unutulmamış, ülkenin en önemli dini merkezi olmuş. Öyle ki en üst düzey din adamları burada görev alıp yaşamışlar. Macaristan’ın en büyüğü olan, 1869’da inşası biten Estergon Bazilikası’nı mutlaka görün. Bazilikanın yapımında, Osmanlıların geçmişte camiye çevirdiği Meryem Ana Kilisesi’nin taşlarını da kullanmışlar. Bu eser Macaristan’ın en büyük dini yapısı ve en yüksek binası. Yarım küre kubbesi dünyanın en yüksek kubbelerinden biri. Sunaktaki ‘Kutsal Bakire Meryem’in Göğe Yükselişi’ eseri tek bir tuvale yapılmış dünyanın en büyük tablosu.
100 metrelik kubbedeki haçın içinde, tam 176 yıl önce, başpiskopos ve başmimar tarafından yerleştirilmiş bir kapsül bulunmuş. Kapsülün içinde iki belge varmış. Belgelerden birinde bazilikanın inşasındaki önemli aşamalar kayıtlıymış, diğerindeyse önemli din adamları ve cemaatin adları yazılıymış.
‘Ben bir dertliyim…’
Osmanlı devleti, 1526’da ilk kez Mohaç Savaşı ile gelmiş Macar topraklarına. Buda’yı, Estergon’u ve Zigetvar’ı topraklarına katmış. Ve böylece bu topraklar Osmanlı’nın Avrupa tarafının en batısındaki topraklar olmuş. 250 yıl Macaristan’ın başkenti olan Estergon, 130 yıl Osmanlı idaresinde kalmış.
Osmanlıların kaleyi teslim etmek zorunda kalması üzerine yazılmış hüzünlü bir türküdür, ‘Estergon Kalesi’. Binlerce kişilik bir ordu tarafından kuşatıldığında kalede az sayıda Türk askeri vardı. Kalenin teslimi istendiğinde kale muhafızı Kara Ali Bey “Biz Rumeli gazileriyiz; kelle verir, kale vermeyiz!” demiş ve kuşatma devam etmiş.
Kıtlık ve susuzluğun başlamasıyla kale düşmüş. Ve kalenin terk edilip esirlerin yakındaki Vişegrad’a götürülmesinin hüznü de türküye yansımış.
Estergon Kalesi subaşı durak / Kemirir içimi bir sinsi firak / Gönül yâr peşinde yâr ondan ırak / Akma Tuna akma ben bir dertliyim/ Yâr peşinde koşar kara bahtlıyım.
GAZİ KASIM PAŞA CAMİSİ’YDİ…
Széchenyi Meydanı’ndaki görkemli Gazi Kasım Paşa Camisi 1585’te inşa edilmiş. 16 metre çapındaki kubbesiyle şehrin tam merkezindeki eser Rumeli’deki en büyük Türk yapılarının başında geliyor, Macaristan’ın en büyük Türk eseri. Bizim topraklardakinin tam aksine, Osmanlılar ayrılınca minareleri yıkılmış ve bir kiliseye dönüştürülmüş. Caminin hilalinin ortasına büyük bir haç yerleştirilmiş. Klasik kemerli Türk pencerelerinden bazıları değiştirilmiş, bazıları da iptal edilmiş. Yeni adı Gyertyaszentelő Boldogasszony ancak ‘Belvárosi’ olarak da biliniyor.
Saffet Emre Tonguç
07.11.2021
Kaynak: hurriyet.com.tr